40,2592$% 0.13
46,7280€% 0.07
53,9463£% 0.2
4.309,12%-0,18
02:00
Serhat YILMAZ Köşe Yazısı
Geçen yıl Ramazan orucunun bitimine 7 gün kala korkunç bir diş ağrısı ile uyandım. Öyle ki her diş yerini yadırgıyor, kalp gibi atıyor, yüzüme, gözüme, başıma, kulağıma ağrı pompalıyor gibiydi. İftara kadar gelgitler, uyku uyanıklık arası sarhoşluklar ile geçti desem abartı olmaz. İftar sonrası ağrı kesici, yürüyüş vs derken az da olsa rahatladı, sonraki gün biraz daha rahatlayınca bayram sonrasına bırakayım dedim. Çünkü, Ağız ve Diş Hastanesi’nden randevu alabilmek de artık başlı başına bir sorun, ben gibi çoğu Bingöllü de biliyor bu durumu zaten.
Bayram sonrası Zülküf hoca geldi, Sekê (Serhat) kalk karşıya bir tur atacağız dedi, özel bir diş kliniğine gideceğimizden haberim yoktu tabi.
Kliniğe gittiğimizde içerisi baya bi kalabalık, sırada da epey bi bekleyen vardı. Doktor arkadaş görünce yanımıza geldi, hocam hoş geldiniz, bi bakalım isterseniz deyince, içeri geçtik. Muayeneden sonra, hocam, 15-20 dakika beklerseniz dolgu- kanal ne gerekiyorsa yaparız dedi. 1500 lira gibi de bir fiyat verdi yanlış hatırlamıyorsam.
O ara kafamda bir ampül yandı. (Bugüne kadar ne faydasını gördüysem) 1500 lirayı buraya vereceğime Diş Hastanesi’ne gider, o parayı da farklı ihtiyaçlarım için harcarım diye düşündüm kendi kendime.
Hocam biz bi bakalım, karar verirsem sonra uğrarım dedim. Peki, ne zaman istersen, parayı sorun etme, beklerim diyerek hoşça bir şekilde de uğurladı.
Eve geldim, e-Nabız’a girip Diş Hastanesi’nden randevu bakındım, yoktu. Randevu oluştuğunda size dönelim mi diye bir yazı çıktı, onay verdim. Birkaç gün sonra randevu alabilirsiniz diye bir mesaj geldi, girip 15 gün sonrasına randevu alabildim nihayet.
Mevsim bahar bu arada, bizimkiler köye gidecek, özel araçla 2 saat çekiyor köy, hazırlıklar önceden yapılacak ki sonradan bir sorun çıkmasın. Çarşıya bir şeyler almak için dışarı çıktım. Kısa bir süre içerisinde işlerimi halledip eve döndüm, ayakkabılıkta ayakkabılarım yok. Annem dedim, ne mübarek kadın, köye gidiyor ya, ayakkabılarımı içeri almış herhalde, kimse çalmasın diye.
İşin öyle olmadığını içeri girdiğimde öğrendim. Hırsız arkadaş gelmiş, bütün binayı dolanmış, benim spor ayakkabılarda karar kılıp, ikisini de alıp gitmiş. İhtiyacı olan biriyse güle güle kullansın, helali hoş olsun diyerek kendimi teselli etmiş ya da iyiliğe yorayım demiştim.
Siverek’ten sevdiğim bir arkadaş aradı, ihtiyacı olsa birini alırdı, ikisini de almış şerefsiz, diyerek iyiye falan yorma dedi.
İlk randevum olan 14 Mayıs 2024 günü Diş Hastanesi’ne uğramış, antibiyotik yazıp yollamış doktor arkadaş. Her çıkışta duâ etmiş, o yol verip başından savdıkça ben ısrar ile tekrar tekrar ona gitmiştim. Garip bir inada döndürmüştüm olayı. Son gidişim 27 Temmuz 2024, 5. kez aldığım randevudan olacak ki mecbur kalmış ya da bu kadar gir-çık yapması yeter diyerek kanal yapıp yollamıştı beni.
Ancak kanaldan haftalar sonra dişim ağrımaya devam etmiş, kanal yapan bir arkadaşa sorunca ‘kanal yapılan diş ağrımaz’ diyerek, ısrarla başka bir doktora yönlendirmişti beni.
Diş Hastanesi’nden başka bir doktora randevu almış, gittiğimde gayet ağırbaşlı, orta yaşlarda işini aceleye getirmeden yapan bir doktor ile karşılaşmıştım. Sıra bana gelmiş, içeri almış, şikayetimi sormuş, film çektirip muayene ettikten sonra şu dişini bi dolgu yapalım, ağrıyor dediğiniz dişe sonra bakarız olur mu, demişti.
Dolgu sonrası ağrıyor dediğim dişe bakıp, Serhat, bu diş yeni yapılmış bir kanal, ağrıması da doğal, çünkü taşırmış dedi. Ne anlama geldiğini sorunca, filmi gösterip kökü kırıp dışarı çıkmış minvalinde bir şeyler söylemişti.
– Ne olacak, ne yapmam gerekiyor peki?
– Hani bir arabayı sanayiye götürdüğünüzde tamir eder, şu parçaya ise karışmayın, kullanabileceğiniz yere kadar kullanın türü şeyler derler ya, bana da o minvalde bir şeyler söylemişti doktor arkadaş.
– Peki ya sonra? – Sonrasında gelirsin çekeriz.
Hayırlısı dedim. 1500 lira bana iki spor ayakkabı ile bir dişe maloldu demek, efendim diye anlamamış bir şekilde bakınca doktor, bir şey yok hocam, kendi kendime konuşuyorum diyerek teşekkür edip çıkmıştım.
II
Ufuk Bayraktar’ın Cevahir adıyla başrolünde yer aldığı “Dayı: Bir Adamın Hikâyesi” adlı bir film var. Filmde dikiş tutturamamış bir genç olan Cevahir’i, ailesi İstanbul’a, kabadayı olan bir köylüsü Seyfi’nin yanına yollar.
Filmin sonlarına doğru bir çanta para ile tahsilattan dönen Cevahir ve arkadaşına yol üzerinde pusu kurulduğunu aracının önünü kesen karşı tarafın adamlarından biri söyler.
Bir çanta dolusu parayı alıp arkadaşına dönen Cevahir, sen biraz bekle, sonra gelir araç bozuldu tamir ettim, ondan dolayı biraz geciktim dersin, der.
Bir taksi çevirip binen Cevahir, araçta hüzünlü bir parça çaldığını, şöför mahalinde bir çocuk fotosu olduğunu ve taksicinin de üzgün olduğunu görür. Sebebini sorunca eşinin öldüğünü, çocuğunun da amansız bir hastalığa yakalandığını, tedavi ettirmek için milyonlara ihtiyacı olduğunu, ancak bu parayı bulmasının mümkün dahi olmadığını, çocuğunun gözlerinin önünde ölüp gideceğini söyler.
Araç kırmızı ışıkta durunca, Cevahir bir çanta dolusu parayı takside bırakıp sessizce araçtan iner, taksici arkasını dönünce Cevahir’i görmez, çantaya bakar, içi para dolu. “Allah’ım sen beni affet” diyerek parayı alıp çocuğuna doğru koşar.
Hasılı kelam, Cevahir çatışmaya girer, mafyaları temizleyip cezaevine girer, taksici gazetede görür “genç kabadayının hasımlarını temizleyip” cezaevine girdiği haberini.
Çocuğunu tedavi ettirip okutur, çocuk Hukuk Fakültesini kazanır, Savcı olur, 15 yıl sonra Cevahir’in davasına itiraz eder ve tahliye olmasını sağlar.
Tahliye olduğunda cezaevi kapısında arkadaşı, arkadaşının kız kardeşi, (aynı zamanda Cevahir’in sevgilisi) ve davanın bozulmasını sağlayan Savcı. Cebinden bir mektup çıkarır Savcı, taksici olan babasının mektubudur bu, ölmeden önce yazmıştır, helallik ister.
O para dolu çanta, kendi canının diyeti olarak taksiciye verilmiştir, mesajı verilir izleyiciye.
III
Mesnevi’den:
Adamın biri Hz. Musâ’ya gelir, bana hayvanların dilini öğret, der. Hz. Musâ onu ikaz eder, ibret ve uyanıklığı Hak’tan iste, kitaptan, söz ve dudaktan değil, diyerek bu durumun kendisine zarar vereceğini söyler. Fakat adam, söz dinlemez.
İnsan bu, reddedilmeyle daha bir istekli olur misali, hayır cevabı aldıkça daha bir istekle koşar, Hz. Musa’ya gider.
– Ey Musa! Benim isteğimi reddetmek senin şanına yakışmaz. Hiç değilse civarımızdaki evcil hayvanların dilini anlayayım.
Hz. Musa duâ eder, Hakk’ın adama bu yeteneği vermesini sağlar. Adam da mutlu bir şekilde evine döner.
Hemen sabaha sınamak için eşikte bekler. Evin hizmetçisi sofrayı silker, evin horozu atılıp düşen ekmek parçasını evin köpeğininin elinden kapar. Köpek ona çıkışır:
– Ey neşeli horoz! Benim hakkıma neden göz dikersin? Buğday, arpa ve diğer tahılları yiyebilirsin, bense yiyemem. Benim nasibim ekmek dilimi, onu da benden kapıp çalma.
Horoz ona:
– Sus, üzülme! Yarın, efendimizin atı sakatlanıp ölecek, bol bol et yersin. Atın ölümü köpekler için bayramdır, çabasız ve kazanmasız bol rızık olacak.
Bu sözleri duyan ev sahibi, atı götürüp satar. Horoz’un yüzü köpeğin önünde sararır. Sonraki gün o horoz aynı şekilde köpeğin ekmeğini kapar ve köpek ağzını açar:
– Ey aldatan horoz! Ne zamana kadar bu yalan? Zalim, yalancı ve nursuzsun. Sakatlanıp ölecek dediğin at nerde? Yıldızlardan söz eden körsün ve doğrudan mahrumsun. Hani bol bol et yiyecektim?
Horoz:
– Sahibimiz uyanık davrandı ve onu sattı. Onun atı başka yerde sakatlandı ve öldü. O, atı sattı ve ziyandan kurtuldu; o, o zararı başkasına attı. Ancak yarın katırı sakatlanacak, o nimet sadece köpeklerin olacak. Yine ziyafete konacaksın.
Bu sözleri duyan ev sahibi, çabucak katırı da götürüp satar. Sevinç ile eve dönen ev sahibi, hayvanların dilini öğrenmiş olmanın ne kadar kârlı bir iş olduğunu düşünür.
Üçüncü gün köpek, horoza kızar:
– Ey davullu ve köslü yalancılar beyi! Nursuz, arsız ve yalancısın.
Horoz:
– O, katırı acele ile sattı; kölesi yarın musibete uğrayacak. Köle ölünce akrabaları köpeklere ve isteyenlere ekmekler dökecek, ziyafetler verecek.
Ev sahibi bunu da duyar ve köleyi de götürüp pazarda satar. Hüsrandan kurtulur ve yüzü parlar. Şükürler edip sevinir, üç olaydan da zamanında kurtuldum, der.
– Tavuk ve köpeğin dilini öğrendim, kötü kaderin gözünü diktim.Sonraki gün köpek kızar:
– Ey boşuna gevezeleyen horoz!Hani köle ölecekti de onun ölüm yemeği sayesinde karnımız doyacaktı. Sen nursuzun, yalancının birisin.
Horoz:
– Yalandan dolayı denenmek, benden ve cinsimden uzaktır. Biz horozlar, doğru sözlü müezzin gibi güneşi gözler ve zamanı kollarız. Üzerimize bir leğen ters çevirseler içeriden güneşi gözetleriz. Veliler güneşi gözetir; beşer içinde Hakk’ın sırlarına vakıftırlar. Hak, aslımızı insanlara ezan okunması için hediye olarak verdi. Ezanda zamansız şekilde yanlışlığımız olsa o, bizim ölümümüz olur. Hayye ale’l felah-ı zamansız söylemek kanımızı hor ve mübah kılar. Masum ve yanlıştan temiz olan, ancak vahyin canı horozdur.
O köle müşterinin yanında öldü; o tamamıyla yeni sahibinin zararı oldu. O malını kaçırdı, ancak kendi kanını döktü; iyice anla. Bir ziyan, ziyanları defetmek için vardır. Bizim cismimiz ve malımız, canlara fedadır. Padişahların önünde cezalandırılmamak için mal verip başını satın alırsın sen.
“Kader hakkında acemiysen sen, malını hakimden kaçırırsın.”
Horoz dedi:
Merak etme sen! Yarın ev sahibin kesin olarak ölecek, yastaki varisi inek kesecek. Ev sahibi ölüp gidecek, işte sana büyük ziyafet. Herkes köy ortasında ekmek, yemek ve yiyecek bulacak. Atın, katırın ve kölenin ölümü, bu ham gururlunun kaderini değiştirecekti. Mal zararından ve derdinden kaçtı; malını artırdı ve kendi kanını döktü.
Bu sözleri duyan ev sahibi, feryat figan ederek himaye için Hz. Musa’ya koşar:
– Ey Musa! İmdadıma yetiş, beni ölümden kurtar!
Hz. Musa ona şöyle der:
– Git kendini sat ve kurtul. Zira usta olmuşsun; kuyudan sıçrayıp çık. Akıllı kişi, işin sonunu önce gönlüyle görür; bilgisi az kişiyse sonunda görür.
Ey oğul! Ok yaydan çıktı; onun başa geri gelmesi adet değildir. Ancak adaleti güzel Hak’tan imanını kendinle götürmeni dilerim. İmanını götürmüş olursan, dirisin; İmanla gidersen ebedisin.
Kıssadan hisse:
Konar göçerdir insanoğlu. Yerleşik hayata geçmesi, devasa şehirler, devletler falan inşa etmesi hiçbir bir şeyi değiştirmedi. Çünkü hala ölüm var ve henüz bilinen bir çözümü de bulunamadı. Kimse ama kimse bundan, yani ölümden beri değil.
Konup göçeceğiz.
O halde neden ev sahibi gibi davranma, neden bunca koşuşturmaca, neden bu doyumsuzluk, neden bunca istifleme, neden bunca acı, kan, kin, gözyaşı?
Neden hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, neden misafir olduğumuzu unutuyor, neden ev sahibine ve öteki misafirlere hürmetsizlik ediyoruz?
Geldik, gideceğiz…
Yeryüzü Allah’ındır ve herkese, hepimize yetecek kadar da geniş. Yeter ki içimizden yükselen ürkütücü sesleri dizginleyebilelim, yeter ki içimizde aç sırtlanlar gibi pusuya yatmış nefis halkına bir ‘hoşt’ diyebilelim!
Yeter ki bize, hepimize yeteceği halde, “istiflemeyin” dendiği halde Musa’nın kavmi gibi gökten inen yiyecekleri istiflemeyelim!
Biz, ‘müşrik karıncalar’ gibi istifleyen değil, ‘mümin ağustos böcekleri’ gibi tam bir teslimiyet içerisinde bulduğu ile yetinen bir kıvama geldiğimiz gün, Hak da bizden el çekmeyecek, yüz çevirmeyecek, dişimizden, tırnağımızdan, kolumuzdan, bacağımızdan, belki de canımızdan olmayacağız, kimbilir.
Bimanên weşîye de…
0x5fe8a1cd 0x7a30a792 0x9ea9950d 0xa0195aa6 0xdb7c5169 bingöl haberleri köşe yazısı orhan kaya serdar kaan
Bir Dönemin Yıldızı: AKP’nin Yükselişi ve Çöküşü
Allah razı olsun elinize yüreğinize sağlık…