DOLAR

40,2592$% 0.13

EURO

46,7280% 0.07

STERLİN

53,9463£% 0.2

GRAM ALTIN

4.309,12%-0,18

İmsak Vakti a 02:00
Bingöl AZ BULUTLU 32°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

İNANCIN ÖZÜNDEN UZAKLAŞMAK

İrfan ALAN Köşe Yazısı

İnsan neden inanır? İnancın temeli ve amacı nedir? Tarihin farklı dönemlerinde, farklı kişiler, ideolojiler ve kutsal metinler bu sorulara çeşitli cevaplar vermiştir. Bu yanıtların bir araya gelmesi, felsefenin içinde müstakil bir alan olan din felsefesini oluşturmuştur. Ancak bu yazının amacı inanç felsefesi yapmak değil; gözlemlerime dayanarak siyasi otoritenin toplum inancı üzerindeki etkisini ele almaktır.Tarih boyunca ortaya çıkan her inanç sistemi, insanlara yalnızca ritüel veya ibadet sorumluluğu yüklemekle kalmamış, aynı zamanda bir ahlak sorumluluğu da getirmiştir. Ritüeller ve ibadetler, insanların inandıkları yaratıcıya karşı yerine getirdikleri sorumlulukları ifade ederken, ahlak, yaşadıkları topluma karşı duydukları yükümlülüğü temsil eder. Bu ahlaki sorumluluk, bireyin hem kişisel adaletsizliklere hem de yönetimsel adaletsizliklere karşı durmasını sağlayan bir savunma mekanizması işlevi görür. Ahlaklı bir insan, çevresindeki adaletsizlikleri, yolsuzlukları ve sistemin eksikliklerini, inancının ahlaki ölçütleriyle kıyaslayarak eleştirir. Bu kıyaslama, vicdanında bir uyanışa yol açar ve kişinin haksızlık karşısında sessiz kalmamasını sağlar.Ancak siyasi otoriteler, din ve diyanet kuruluşları aracılığıyla, insanları daha çok ritüel ve ibadet sorumluluğuna yönlendirmeye çalışırlar. Çünkü ahlaki bir sorumluluğa sahip olmak, otoriteler için büyük bir tehlike taşır. Ahlaklı birey, mevcut sisteme karşı çıkma, haksızlıkları dile getirme ve bu uygulamaları reddetme potansiyeline sahip olabilir.İslam dininin temel değerleri olan adalet, dürüstlük, hak ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların, günümüzde toplumun büyük çoğunluğu tarafından göz ardı edilmesi ya da yalnızca belirli çıkarlar doğrultusunda kullanılması, bu durumun bir tezahürüdür. İnsanlar, dinin özünü yaşamak yerine ibadetlerin ve ritüellerin “yerine getirilmesi” ile tatmin olmaktadır. Bu durum, inanç sahibi olmayı yalnızca bir sembolik davranış haline getirir; oysa inanç, insanları adaletin yanında yer almaya, haksızlık karşısında dik durmaya sevk etmelidir ki, İslam’ın özü de budur.Bir toplumda insanlar derin anlam arayışından ve ahlaki değerlerden uzaklaştığında, günlük hayatın karmaşasında kaybolup giderler. Bugün toplumun çoğu, sistemin ya da iktidarın haksızlıklarına, çıkarcı politikalara sessiz kalıyorsa, bunun nedeni inancın özünden ve ona yüklenen adalet ve merhamet gibi değerlerden uzaklaşmış olmalarıdır. Çoğu insan, adaleti yalnızca kendi ihtiyaçları çerçevesinde önemserken; hak ve hukuk, yalnızca kendi menfaatleri söz konusu olduğunda dillendirilir. “Her koyun kendi bacağından asılır” ya da “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” gibi zehirli darbı meseller, bu fasıklaşmış inancın bir yansıması olarak asırlardır dillerde dolaşmaktadır.Eğer toplumumuz gerçek anlamda İslam’ın ahlakıyla ahlaklanmış bir toplum olsaydı; İslam’ı sadece ritüellerden, menkıbelerden ve peygamber kıssalarından ibaret bir din olarak sunan şarlatanlara, din bezirganlarına kanmamış olsaydı, karşısında kim olursa olsun, müktesebatına, inancının özüne ve inandığı kitabın hükümlerine aykırı olan her uygulamaya, her türlü yanlışa karşı topyekûn ses çıkarmaktan geri durmazdı. İnancının özüyle barışık bir şekilde ahlaki değerleri içselleştirerek yaşayan bir toplum, adaletsizlikler karşısında sesini yükseltebilir ve haksızlıkları dile getirebilirdi.Yalnızca ritüellerle sınırlı kalmış bir inançla sosyal adaletin sağlanması mümkün olmaz.

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

İktidarların Propaganda Makinesi Olarak Troller

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0