40,2592$% 0.13
46,7280€% 0.07
53,9463£% 0.2
4.309,12%-0,18
02:00
Serhat YILMAZ Köşe Yazısı
Mesnevî’sine Hz. Ali’nin, “Kur’ân-ı Kerim ne ise Fatiha odur, Fatiha ne ise Besmele odur, Besmele ne ise ‘B’ odur. İşte ben B’nin altındaki noktayım” sözünün “B”si ile başlar Mevlâna, “Bişnew” diyerek.
Zazaca’da da “Bieşnaw” deriz, yani duy, dinle, kulak kesil, kendine gel, akıllı ol, insan ol…
Nietzsche gibi, “Ben sizin kulaklara göre ağız değilim” demez, suyu bulandırmaz, üst perdeden konuşmaz, sen dinle, kulak kesil, ben en derinde, en dipte olanı bulup en basite indirger, senin kulağına hazır hale getiririm, der.
Hep “dil” değil, arada dinlemeyi, baştan aşağı “kulak” olmayı, “kulak” kesilmeyi de öğrenmemiz gerektiğini kasteder.
Anayurdu Afganistan olan Mevlâna, ailesiyle birlikte binlerce kilometre öteden gelir, döner dolanır, sonunda bir Anadolu kenti olan Konya’ya yerleşir. Asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. ‘Mevlâna ve Rûmî’ kendisine sonradan verilen isimlerdir. Şems ve Sultan Veled’in öncülük ettiği arkadaşları ‘Efendimiz’ anlamına gelen Mevlâna der, önceden Diyar-ı Rum olarak adlandırılan Anadolu’dan dolayı Rumî olarak adlandıranlar da çıkar.
Moğolların dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde o kavgadan, gürültüden uzak kabuğuna çekilip sessizce pişmeyi bekler. İlmi olarak derinleşir ve kendince teşhis koyduğu toplumsal hastalıklar ile ilgili tedavi yöntemleri geliştirir. Böylesi bir tercihte bulunmasına hocası Şems’in sebep olduğu söylenir. Şems’in yaptığı yolculuklar, geçtiği güzergahlar boyunca Moğollar ile karşılaştığı, bunlar ile askeri olarak başa çıkmanın mümkün olmadığını, bir yolunu bulup uzlaşması gerektiğini söylediği söylenir.
Dostu, hocası, arkadaşı Şems ile aylarca bir kenara çekilir, konuşur, tartışır, dertleşir ve birikimlerini, “Kürt uyudum, Arap uyandım diyen Şeyhin soyundandır” diye işaret ettiği müridi ve halifesi Hüsamettin Çelebi eli ile yazıya döker.
Uç örneklerine rağmen Mevlâna’yı severim, büyük bir insan, kalemi yüzyıllar öncesinden bize seslenir, güçlü mesajlar verir.
Okurken dini ya da edebi metinlerden ziyade yaşlılarımızdan dinlediğim Zazaca masallara, öykülere benzeterim Mesnevî’yi çoğu kez.
“Ağızdan çıkan kulağa gider, kalpten çıkan kalbe gider” diyerek kulaktan çok kalbe çalıştığını, kalbi ıskalamamak için üstün bir gayret gösterdiğini kalbi olan herkes görür, hisseder.
Son dönemlerde onca olan biten karşısında bir duruşunuz olsun, bir sesiniz çıksın diyen insanları görünce pat diye düşüverdi bir hikayesi aklıma.
Hikaye şöyle:
Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için ormanın derinliklerine inerler. Aslında ormanlar kralı olan aslan için kurt ve tilki gibi hayvanlar ile yol arkadaşlığı etmek ayıplanan bir şeydir ancak av sonrası yüklerin taşınması için dayanışmadan başka bir yol yoktur. Hem aslanın kurt ve tilkiye ikramda bulunması, büyüklüğünü göstermesi, hem de bir ders vermesi için gereklidir bu yolculuk.
Aslanın maiyyetinde kurt ve tilkiden oluşan cemaat, bir yaban sığırı, bir keçi ve irice bir tavşan avlarlar. Avlarını ormana getirir ve adil bir paylaşım için yerlerine geçerler. Aslan kurdu çağırır ve şöyler der:
“- Ey eski ve tecrübeli kurt!
Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster” der.
Kurt:
“- Efendim, sığır senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.”
Fakat bu taksimat aslanın pek hoşuna gitmez:
Hırsını alamayan aslan kükreyişine devam eder ve dönüp tilkiye şöyle der:
“- Ey Tilki! Şu avları yemek için bir de sen taksim et” der!
Tilki, aslanın önünde yerlere kadar eğilir ve sonra şöyle der:
“- Efendimiz; şu besili sığır, kuşluk yemeğiniz olsun. Şu keçi öğle yemeğiniz, tavşan da gece çereziniz olsun” der.
Aslan, bu taksimattan pek bi hoşlanır:
“- Wayyy maşallah, der. Ey tilki, sen böylesi güzel ve adilane bir taksimi kimden öğrendin?” diye sorar. Tilki de:
“- Ey hayvanlar âleminin pâdişâhı!
Kurdun hâlinden öğrendim” cevabını verir.
Bunun üzerine aslan:
“- Mâdem ki sen bizim aşkımızda fânî oldun ve bu fedakârlığı gösterdin, avların üçünü de al ve gönlünce zıkkımlan” der.
Mevlana bu hikayeyi farklı bir yere, bizden önce helak olan kavimlere bağlar, bizi şanslı sayar, aslanın huzuruna önce biz çıkmadığımız, arkada tilki gibi kaldığımız için. Ancak ben, payıma düşen hisseyi kendimce yorumladım, kendimce bir yere vardım.
Şöyle ki, son dönemlerde sesi her platformda gür çıkan, onca olan bitene karşı neden çıtınız çıkmıyor, ‘görmüyor, duymuyor, işitmiyor’ musunuz diye bizleri dürtmeye kalkanlar var.
Samimi olanları tenzih ederek, geri kalanların büyük bölümünün tilki olduğunu, gözlerinin önünde adil bir paylaşım istediği için paramparça edilen hiçbir kurda ses etmediklerini, zalimin kanlı dişlerinin önünde secdeye kapandıklarını ve bu davranışlarından dolayı takdir edildiklerini, sığır, keçi ve tavşanlarını kapıp evlerine çekildiklerini, bîr kısmı ile iyice beslenip öteki kısmı ile aslanın himayesinde ticari bir hayata atıldıklarını, mülkler edindiklerini, yuva kurduklarını, iyi bir yaşam sürdüklerini, çocuklarını en iyi okullarda okutup geleceklerini de garanti altına aldıklarını az çok hepimiz biliyoruz.
Kurt ise adil bir paylaşım istediği, onurlu bir yaşamı tercih ettiği için kanayan yaralarıyla dolanıp durdu. Aslanın öfkesini de aldığı için işsiz, aşsız, azıksız, selamsız gözlerden uzak bir yerlerde sığıntı gibi yaşamak zorunda kaldı. Yalnız kaldı, yuva kuramadı, hayata atılamadı, hayatını kıt kanaat ve itibarsız bir şekilde geçirdi, geçiriyor…
Necip Fazıl’ın “Bu taksimi Kurt yapmaz, kuzulara şah olsa” diyerek işaret ettiği bu adaletsizliğe ses etmek yerine, onu türlü dalkavukluklarla, tilki kurnazlıklarıyla kendi lehine yoran bu tür insanlar, gün geçtikçe çoğaldı, bir iken on, on iken yüz, yüz iken binleri, onbinleri, milyonları bulup koca bir halk olup karşımıza çıktı.
Bir toplumdan üç beş kurnazın, tilki ahlaklının çıkması doğaldır, her toplumdan çıkar der geçersin, ancak bunun doğru olarak görülmesi, bir topluma yayılması, örnek gösterilmesi, yeni nesillere öğretilmesi faciadır, topyekün bir helaka götürür.
Sürekli geride duran, hep kazanana oynayan, kendi için mayın eşeği arayan, güç karşısında sinip secdeye kapanan, yemekte önde, dayakta arka sıralarda yer kapmayı maharet sayan, canı yanmadan empati kuramayan tilki ahlaklı bir toplumu hiçbir kurt, hiçbir öncü, hiçbir rehber yola getiremez.
Helak olan adil bir paylaşım istediği için kanayan yarasıyla yalnız bırakılan kurt değil, canını kurttan daha tatlı gördüğü için secdeye kapanıp üç leşe, üç mırdara tamah eden tilkinin, tilki ahlaklının, tilkileşmiş bir toplumun kendisidir.
Vardığımız yer budur.
Bimanên weşîyê de…
0x4e9c9ab6 0x5fe8a1cd 0x7a30a792 0x9ea9950d 0xa0195aa6 0xbcc69080 0xdb7c5169 0xdfdd6280 bingöl haberleri köşe yazısı orhan kaya serdar kaan
TÜBİTAK’a Davet Edilen İş İnsanı Mert, Girişimcilik Deneyimlerini Paylaştı